15 Aralık 2010 Çarşamba

DOĞUMGÜNÜ KOŞTURMACASI VE PASTA

Yaren’in doğumgünü biraz koşturmacalı oldu, güzeldi ama yine de yapmak istediklerimin bir kısmını gerçekleştiremedim. Geçen sene Yaren biraz rahatsız olunca evde küçük bir kutlama yapmıştık ve kimseyi de çağırabilme imkânım da olmamıştı.
Bu sene biraz kalabalık olalım, eğlence ve coşku üst seviyede olsun dedim ama 10 Aralık tarihine kadar yaz mevsimin devam ettiği Adana’ya o gün karakış geldi. Nasıl yağmur nasıl soğuk anlatamam. Ben hava durumunu 1 hafta öncesinden takip ettğim için havanın tam da o gün bozulacağını biliyordum, bu nedenle de dışarıda bir yer ayarlaması yaptırmadık. Bu sene de kızımın doğum gününü evde kutladık.

Aslında ben evde yapılan organizasyonları daha sıcak buluyorum, ama herkesi davet etme imkânı olmuyor. Bir de havalar soğuk olunca çocukların eğleneceği bir dış mekân bulmak da zor. Bu nedenle ikinci yaş günümüz de evde geçti.


Ancak aksilik bu ya o gün çalışmam gerekti. Tam gün çalışma durumu varken ben yarım gün izin aldım ve öğlen koştura koştura eve gittim.
Akşam aile arası yapılacak küçük kutlama öncesi, öğleden sonra beraber büyüdüğümüz bir dostumun evinde Yaren’in küçük bir kutlamasını yaptık. Sağ olsun güzel bir ortam ve masa hazırlamıştı. Bu nedenle de iki ayrı pasta yaptırdım.

Yaren aydede ve yıldız çok sevdiği için pastamızın birinde bu figürler olmasını istedim. Cuma akşamı işten geç çıktım ve koştura koştura eşimle pastayı yaptıracağımı yere gidip siparişi verdik. Bilmiyorum ya bazı şeyi tam ifade edemedim ya da karşı taraf beni anlamadı aşağıda gördüğünüz Türk Bayrağını andıran bir pasta ortaya çıktı. :)



Neyse önemli değil, sonuçta bayrağımız ama ben pastayı tarif ederken aydede ve yıldız olacak yani çocuklara uygun olarak dedim ama olmadı artık.

Öğleden sonra yaptığımız küçük kutlamada aslında arkadaşım Yetke pastanın dışında çok güzel bir sofra hazırlamıştı ama yani akıl işte orta sehpaya çocukların bakması kolay olsun diye koyduğumuz tek pastanın fotoğrafını çekmişiz, masanın fotoğrafını çekmek hiç aklımıza gelmemiş.
Neyse olan oldu artık, güzel bir öğleden sonradan sonra ben koştura koştura eve gittim çünkü akşamın hazırlıkları vardı. İkinci pastamız da geldi. Aile arasında küçük bir kutlama yaptık .

Doğumgünü Çocuğu Yaren

10 Aralık 2010 Cuma

CANIM KIZIM, DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN - CANIM OĞLUM, SENİ ÇOK ÖZLEDİM

Canım kızım, bugün senin doğum günün. Tam 2 yaşındasın. Sana duyduğum sevginin tarifini ve sonsuzluğunu sana kelimelerle anlatmam mümkün değil. Fakat şunu biliyorum ki seninle ben başka bir biriyim artık. Ben seninle birlikte iken tüm duyguları çelişkisi ile birlikte yaşıyorum artık.
Bu yaşamda seninle daha güçlüyken ama bir o kadar da zayıfım. Güçlüyüm, çünkü sana gelebilecek her türlü kötülüğün üstesinden gelmeliyim. Bunun düşüncesinde bile kendimi acımasız ve sana zarar verene her türlü zararı verebileceğimi hissediyorum. Ama bir o kadar da zayıfım. Eskiden ölümden ve hastalıktan hiç korkmaz iken, şimdi o kadar çok korkuyorum ki, çünkü senden ayrılığa tahammülüm yok.
Seninle birlikteyken bazen o kadar cesurum ki, senin iyiliğin için doğru olduğuna inandığımı korkusuzca yerine getirebilirim. Ama bir o kadar da korkağım ki, senin iyiliğin için yaptığımın bir şeyin, sana zarar da verebilmesi beni ölesiye korkutuyor.
Seninle birlikteyken bazen kendime kısa bir mola vermenin hayalini de kurarken, sensiz geçen her dakikanın da vicdan azabını mutlaka yaşıyorum.
Geleceğe yönelik hiç uzun vadeli planlarım yokken, şimdi bir beş senenin sonrasını senin için planlıyorum. Planlarımı yaparken ya ben bunları göremezsem diye aklıma kötü düşünceler ve korkular geldiğinde ise bu planların hepsini baştan sona yıkıyorum.
Canım kızım, bebeğim, bir tanem. Seni çok ama çok seviyorum. İyi ki varsın, iyi ki seni doğurmuşum.
Birlikte nice mutlu ve sağlıklı yıllar diliyorum. Doğum günün kutlu olsun


Canım Oğlum, Eren’im. Eğer yaşasaydın, bugün de sen de iki yaşında olacaktın. Söyleyebileceğim tek şey, seni çok özledim. Biliyorum ki sen en güzel yerdesin, tek tesellim bu.

Seni çok seviyorum…………

Seni çok özledim………

6 Aralık 2010 Pazartesi

ÇOCUKLARA ŞİDDET


Ben şiddet haberlerini okumayı hiç sevmem ve elimden geldiğince de bu haberlerden kaçarım. Ama neden bilmiyorum çocuklara yapılan şiddet ve cinayet haberlerini elimde değil mutlaka okurum. Haberden kaçamam bir türlü ve gözyaşlarımla sonuna kadar da okurum. Şiddeti yapana içimden her türlü laneti ve belayı okuyarak hem de. Sanki o haberi sonuna kadar okumak benim asli görevim gibi gelir bana. Bir anneyim ve çocuklarla yapılan her türlü haberi sonuna kadar okumalıyımdır, buna inanırım. Bu bende anne olduktan sonra başladı.

Çocuklara yapılan şiddet, tecavüz ve cinayet haberlerini okurken bir an kızım aklıma gelir daha sonra da haberdeki o masum çocuğun resmi. O resim uzun bir süre gözümün önünden gitmez. Sanki yakınımdadır ve benden yardım istiyordur. Gidip haberdeki resim karesinden onu çıkarıp yanıma alıp, bağrıma basmak isterim, bak seni kurtardım demek isterim.

Bu yazıyı yazarken de yine gözlerimden yaşlar akıyor. İzmir’de babası tarafından döve döve öldürülen 9 yaşındaki küçük kızın haberini okudum bu yazıdan önce. Sadece “annemi istiyorum” dediği için babası tarafından öldürülen küçük kızın haberi. Onu öldüren babaya ve terk edip böyle bir adama bırakan anneye lanetler okudum sürekli.

Ben ne olursa olsun insanın insana yaptığı şiddeti hiçbir zaman anlamadım ve anlamayacağım da. Özellikle şiddet gören bir çocuk olduğunda ya da küçücük bir bebek olduğunda ise benim söyleyebilecek bir sözüm, yapacağım bir tanımım yok. Özellikle şiddeti yapan kişi o çocuğun kendi öz ve öz anne ya da babası olduğunda.

Artık şunu kesin biliyorum ki her insan anne ve baba olamaz, olmamalı da. Doğurganlık ve üremek insana ait bir doğal özellik ama annelik-babalık her insana göre değil. İş doğurmak ile bitmiyor. Asıl iş bundan sonra başlıyor.

Ben hep çevremden şunu duydum, “Annelik ve babalık doğumdan sonra başlar”.

Hayır, Annelik ve babalık doğumdan sonra başlamaz. Bu duygu her insanda yoktur ve olmayan da çocuk sahibi olmamalıdır.

Not: Bu yazıyı yazdığım günün yani 06 Aralık tarihinin Dünya Çocuk İstismarını önleme günü olduğunu da yazıyı yazdıktan sonra öğrendim.

22 Kasım 2010 Pazartesi

AYDEDE VE YILDIZ


Bundan yaklaşık bir ay önce bir akşam kızımla balkondan dışarıyı seyrederken gökyüzünde net bir şekilde duran dolunayı gördüm. “İşte bak kızım bu Aydede “ dedim birden ve sonra da yanında dağınık halde bulunun yıldızları gösterdim, “bak bunlar da yıldız”.
O gün bugündür Yaren’im sabah ve akşam olmak üzere aklına geldikçe gökyüzünde Aydede ve yıldız arıyor, gördüğünde büyük bir heyecanla ve sevinçle isimlerini haykırmaya başlıyor. Arabada giderken hep bir gözü yukarılarda ve eğer Aydedeyi ya da yıldızı gördüyse hemen başlıyor isimlerini tekrar etmeye.

Bir süredir “Aydede” kelimesini net söyleyemiyordu, “Aydii” olarak ağzından çıkıyordu ama şimdilerde çok belirgin bir şekilde “Aydede” kelimesini telafuz edebiliyor. Yıldız kelimesinde halen net değil, yıızız gibi bir şeyler söylüyor.

Bayramda karşı komşumuza ziyarete gitmiştik, 8 yaşındaki kızlarının odasında gördüğü aydede ve yıldız figüründeki gece lambalarını gördüğünde ise çıldırdı. İKEA’da satılıyormuş sadece ama ben Adana’da araştıracağım başka yerlerde bulabilir miyim diye çünkü Adana’da maalesef İKEA mağazası halen yok.
Ama asıl güzel olan kızımla birlikte ben de uzun zamandır yapmadığım şeyi yapmaya başladım, gökyüzüne dikkatli bir şekilde bakıp, görünüşleri muhteşem olan ay ve yıldızları doyasıya seyretmek. Meğer ne kadar da güzellermiş. Kızımla birlikte ben de bazı şeylere daha dikkatli bakmaya ve aslında günlük koşturmaca içinde başımızı çevirip bakmadığımız güzelliklere daha net görmeye başladım.

Şimdilik, gökyüzü temalı, içinde ay ve yıldız resimleri olan kitap, oyuncak, aksesuar arayışına girdim. Ben el yapımı işlerinde hiç usta değilimdir hatta berbatım diyebilirim. Bu nedenle hazır ürünlere ulaşmaya çalışacağım.

1 Kasım 2010 Pazartesi

HER EVE LAZIM

Pazar günü Hürriyet gazetesinin Pazar ekinde “Her Eve Lazım” başlıklı bir yazı vardı. Çukurova Bölgemizden bir genç kızın, Sena’nın, başarısı daha doğrusu başarıları hakikaten okunmaya değerdi. Adanalı olduğum için de ayrı bir gururla okudum. Sena, Tarsus Amerikan Lisesi ikinci sınıf öğrencisi bir genç kız. On parmağında on marifet var derler ya, işte bu söz tam Sena için.
  • Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası Çocuk Korosu’nda sopranoluk yapıyor, piyano çalıyor, beste yapıyor. Resim yapıyor, Türkiye çapında kazandığı bir birinciliği var.
  • Yazı yazmayı çok seviyor. British Council’in düzenlediği kompozisyon yarışmasındaki başarısı sonucunda iki hafta İngiltere seyahati kazanmış, ‘Başarının Peşinde’ diye Türkçe’ye çevrilen ‘Pursuit of Success’ isimli İngilizce kitabı yayımlanmış
  • Tiyatro etkinliklerine de katılıyor. Kısa oyunlar yazıyor, oynuyor.
  • Hafta sonları Çocuk Esirgeme Kurumu’nda çocuklara İngilizce öğretiyor, ödevlerini yapmalarına yardımcı oluyor.
  • Geçen yıl dört ayını görme engellilere kitap okuyarak geçirdi. Bütün bu çalışmaları nedeniyle de ECIS (European Council of International Schools-Avrupa Uluslararası Okullar Birliği) bursuyla Lizbon’da düzenlenen Community Service Conference (Toplum Hizmetleri Konferansı)’na katıldı.

    Yılda 40-50 kitap okuyor.
  • Sena, aynı zamanda okul birincisi. Tarsus Amerikan Lisesi’ne dereceyle girdi, her sınıfı birincilikle bitiriyor. Gittiği dershanedeki başarısı nedeniyle ücretsiz okuduğu gibi üste para alıyor.
Her anını dolu dolu yaşamak, yaşıtları gibi yaşamaktansa bu kadar başarılarla dolu bir hayat geçirmek ve bunun için çok çalışmanın da eksileri var mı bilmiyorum. Pskoloji uzmanı değilim bu konuda da yorum yapmaya hakkım yok.

Tüm bunları yazarken bile nefes nefese kaldım. Yazıyı okurken, iki farklı rol canlandırdım kafamda. Öncelikle bir an bir anne olarak kendimi, Sena’nın annesinin yerine koydum. Herhalde müthiş bir duygu olmalı böyle bir evlat sahibi olmak. Bunlardan sadece bir tanesinde bile kendi çocuğumun göstereceği başarı ve alacağı ödül herhalde beni havalara uçururdu. Ama yine de Yaren’in bu kadar yoğun olmasını herhalde istemezdim. Yazıdan Sena’nın annesinin de aynı düşüncede olduğunu anlıyorum.
Sonra bir an için Sena’yı ilerde bir anne rolünde düşündüm. Kucağında bebeğini doyurmaya çalışırken, ya da onu uyuturken. Çocuğu belirli bir yaşa geldiğinde ise eğitimine zaman ayırırken… Yani bunları yaparken de aynı şimdiki gibi dolu dolu yaşama devam etmek söz konusu olabilecek mi diye düşündüm. Çünkü ben şuanda bunları maalesef yapamıyorum. Yani isteseniz de yapamıyorsunuz. Bu süreçlerden geçerken siz isteseniz de aynı anda pek çok işe kanalize olamıyorsunuz. Örneğin ben de şuanda her hafta bir kitabı bitirmek istiyorum ama şu günlerde tek yaptığım birçok nesnenin resimleri olan bir kitapta kelimeleri kızıma öğretmek. Bunun yanında hem spor hem pilates hem de yoga yapmak istiyorum. Ama bir türlü zamanı programlayıp uygulamaya geçemiyorum. Sadece kısa yürüyüşler yapmaya çalışıyorum, bir de son 6 aydır B-fit spor salonunda günde yarım saat ile form tutmaya çalıştım.
Hep kafamda bir kitap yazma deneyimine başlamak vardı, ama bir türlü bir başlangıç yapamıyorum. Seyretmek istediğim yığınla film var ama ben daha hiçbirini seyredemedim. Ve bunun gibi pek çok şey. Çünkü her şeyde önceliğim kızım geliyor. İşten geldikten sonra kalan zamanlarımda ve hafta sonlarında onunla doya doya zaman geçirmek istiyorum. Durum böyle olunca da yapılması istenen ve planlanan pek çok şey ya hiç başlamıyor ya da yarım kalıyor.

Sanıyorum benim de bazı zamanı planlama hatalarım var. Bu konuda öğrenmem gereken çok şey var.

13 Ekim 2010 Çarşamba

Anne

20 Eylül tarihinde iş için şehir dışına çıktım ve kızımdan ayrı iki gün geçirmek zorunda kaldım. İşte tam bu süreçte, ben yokken kızım ilk defa tam olarak “Anne “kelimesini söylemiş. Ben bunu maalesef kaçırdım. Belki de bu kısa ayrılık, onun “anne” demesine neden oldu emin değilim. Ama o tarihten bu yana kızım bana o kadar güzel “Anne” diyor ki anlatamam. Bu kelime her ağzından çıktığından onu saatlerce koklayıp, öpmek istiyorum. Hiç büyümesin de hep bu tatlı sesi ve söyleyişi ile bana anne demesini istiyorum.
Ama zaman tabii ki su gibi akıp geçiyor, insanoğlu doğduğu andan itibaren hem fiziksel hem de ruhen bir büyüme sürecini yaşıyor. Kızım da ki bu an be an gelişimi hayretler içinde izliyorum ben de. Her gün farklı bir şeyi öğrenerek, “işte ben de büyüyorum bakın bana” diyor bize. O kadar ilginç bir durum ki, hem büyümesini hem de hiç büyümemesini, o masum küçücük hali ile kalmasını ve hep kucağımda onu koklamayı istiyorum. Çünkü biliyorum ki büyüdükçe, bir birey oldukça şimdiki gibi bize bağlı olmayacak. Ama doğanın kanunu maalesef öyle, bizler de aynı süreçleri yaşadık.

19 Ağustos 2010 Perşembe

12 Temmuz 2010 Pazartesi

ANNEANNEMİZ İYİKİ VARSIN



Canım kızım, belki geç bile kaldım bu yazı için. Hayatımızdaki yeri ve önemi için yazdığım satırlar o kadar yetersiz kalır ki. Benim annem, senin ise anneannen. Şimdilerde sen ona nannane diyordun. O kadar mutlu oldu ki anlatamam sana. Sana belki de hepimizden en iyi şekilde bakan o. Sen dünyaya geldikten sonra hiçbirimiz senin kadar değerli değiliz. Çünkü şuanda sen onun herşeyiysin, gözbebeğisin.

Onun varlığı hepimiz için özellikle senin ve benim için büyükbir şans. Onun sevgisi sanıyorum tüm aileyi bir arada tutuyor. Doğduğundan beri sana bakıyor nannanen :)) İşe gönül rahatlığı ile gidiyorum, biliyorum ki emin ellerdesin. O olmasaydı ben şu anda çalışan bir anne olmazdım biliyorum. Çünkü seni başkalarına asla bırakamazdım.

Umarım hayatımızda hep olur, sen okula giderken de, kocaman bir kız olduğunda da ve hatta evlendiğinde bile.




Seni çok seviyoruz....

11 Temmuz 2010 Pazar

OYUNCAKLARIMIZ

Kızımın herşeyini kayıt almak, ilerde hatırlamak adına herşeyini not almak istiyorum. Onunla ilgili hiçbir hatıra kaçmasın istiyorum. Bu nedenle de bu aralar ençok oynadığı oyuncakların fotoğraflarını çekmek istedim.

İşte Yaren'imin en sevdiği oyuncaklar:


Renkli Kuleler ve onları dizmek. Kuleler yıkıldığında ise fena bozuluyor :))




Geçenlerde bir oyuncakçı dükkanında gördüğüm bu oyuncak çok ilgimi çekti ve hemen aldım. Renkli halkaların dizildiği ahşap bir oyuncak. Yaren bu aralar epey bir ilgi gösteriyor ancak oyun şeklimiz biraz farklı. Tüm renkli halkaları kucağına toplayarak oynuyor. Ahşaptaki kulelere dizdiği ise sadece halkaların üstüne konulan kafalar.







Eğitim Masası da kızımın başından kalkmadığı bir oyuncak. Eğlenceli, öğretici ve müzikli bir eğitim masası. Yalnız şimdilerde masayı arasıra ters çevirdiğimiz de oluyor :))



Veeee top fırlatan meşhur oyuncağımız. Başka birşeyle ilgilense bile mutlaka bu oyuncağı çalıştırıp, topları fırlatıyoruz.

17 Haziran 2010 Perşembe

ZAYIFLAMA'NIN AR-GE'Sİ

Bir süredir zayıflamak için epeydir uğraş veren birisiyim. Doğumdan önce çok zayıf birisiydim ancak kullandığım ilaçlar hamilelik derken kilo aldım.  Sizi o çoook zayıf halinizle tanıyıp son görüntünüzü görenlerin şaşkınlığı ve yapılan yorumlar epey bir can yakıyor tabii. Gardırobunuzdaki 34 beden ve xsmall kıyafatleri görünce de hey gidi günler deyip içiniz kan ağlıyor. Tek tesellim dünyaya getirdiğim kızım. Ama tabii teselli olmak yetmiyor yine de eski günlerimdeki aşırı zayıf hallerim olmasa da yine bir 36 beden olma hayallerim son gazda devam ediyor. Bir daha asla 34 beden olmayacağıma söz verdim.

İnsan işin içerisinde olunca anlıyor durumu. Zayıflama haplarını kullananları eleştiren ben, birkaç kutu kullandığımı buradan itiraf ediyorum. O berbat tatta olan zayıflama çaylarını da içtim tabii ki. Sonuç ise malum, kocaman bir hiç.. Tek başına mucize değil bu haplar, çaylar.
Mesleğim gereği Araştırma-Geliştirme (Ar-Ge) sektöründe 8 yıldır çalışıyorum ve mesleğimle zayıflama sorununu bir araya getirdim geçenlerde. Zayıflama sektöründe nasıl Ar-Ge fikirleri üretilebilir diye?
Biraz hayalperestlik yapıp uçuk fikirler yarattım.
• Artı kalori veren besinler yerine sıfır kalori olan organik besinlerin üretimi (Tarımda ar-Ge)
• Yemeğinizi yedikten sonra alınan kalori sıfırlayan bir ilaç ( Tıpta Ar-Ge)
• Oturduğunuzda size kalori yaktıracak sadece cilt altına yerleştirilecek ve yayacağı elektomanyetik dalgalarla sizi zayıflatacak bir çip. ( Teknolojik Ar-Ge)
Bu fikirler olur mu olur tabii belli olmaz. Teknolojik gelişmeler son hızla devam ediyor. Belki bir 20-30 yıl sonra buna benzer fikirler hayata geçirilip, yeni buluşlar ortaya çıkacak.
Ama söyleyeceğim şu ki şuanda zayıflamada temel iki yol var. Biri daha az kalori almak diğeri ise çok kalori harcamak. Temelinde matematik prensibi var. Az olandan çok çıkarsa negatif değer ortaya çıkar. Kalori hesabında bu negatif değer kilo kaybıdır.
Tabii bu iki yöntemin araçları ise; daha az kalori için az yemek, daha çok kalori harcamak için ise spor yapmak. Araçların türü size kalmış. Benim şuanda kullandığım yöntemler, hamileliğim sırasında tiksindiğim sağlıklı besinlere yeniden geçiş yapmaya çalışmak, diğeri de B-fit’e giderek günde yarım saat ile vücuduma zindelik, sağlık kazandırmak ve kilo kaybetmek.
Basık, bodrum katı, hiçbir motive edici faktörü bulunmayan spor salonlarından hiç hazzetmeyen birisi olarak B-fit’e ilk gittiğimde fark ettim ki siz sadece spor yapmıyorsunuz, pozitif bir enerjiyi de kendinize yükleyip gidiyorsunuz. Yeni insanlarla tanışıyorsunuz. Sadece kadınların olduğu bir ortamda kendinizi daha rahat hissediyorsunuz.

İşten çıkınca koştura koştura hiçbir spor salonuna bu kadar istekle gitmedim. Burada bir şey var ve sizi spor yapmaya çekiyor. Yarım saatliğine de olsa kendiniz için bir şeyler yaptığınız, pozitif enerji ile yüklü bu ortama gitmediğiniz gün vicdan azabı çekiyorsunuz. Evimin yakınlarında olması da büyük bir şans benim için. Ama inanın şimdi Aya bile taşınsalar yine de peşlerinden giderim herhalde. Diğer tüm b-fit şubelerinin de aynı başarı ve pozitif enerji ile hizmet verdiklerine eminim.
Şimdi düşünüyorum da yukarıdaki Ar-Ge fikirlerinin hayata geçirilmesini bir yandan da istemiyorum galiba. Yoksa böyle güzel ortamları nasıl yaşayabilir, başarılı kadın girişimlerini ve kadın girişimcileri nasıl yaratabiliriz?

Başta B-Fit Turgut Özal ekibi ve diğer tüm b-fit şubeleri iyi ki varsınız. Emeğiniz için teşekkürler ve sevgiler.

15 Haziran 2010 Salı

Kızım 1,5 yaşında

Zaman ne kadar da çabuk geçiyor. Daha dün gibi doğduğu an. 1.300 gram doğmuştu ve o kadar küçücükdü ki, küvezdeki hali gözlerimin önünden hiç gitmiyor. Her tarafında kablolar bağlı minicik bir beden hayata tutunmaya çalışıyordu. Hayatımın en zorlu günlerini çok şükür atlattım ve kızım şuanda 1,5 yaşında.
Geçen hafta cuma günü hem aşımız hem de doktor kontrolümüz vardı. Uzun bir süredir doktora gitmek Yaren için bir kabus adeta. Kapıdan adımımızı atar atmaz ağlamaya başlıyor.Bu son gidişimiz de aynı durum söz konusu oldu tabii. Bir hafatlık süre boyunca ağlayacağı kadar ağladı Yaren. Tabii bizim için önemli olan sonuçlardı ki, ölçümlerimiz ve sağlık kontrolümüz neyseki iyi çıktı. Kızım tam tamına 83 cm ve 12 kg olmuştu. Epey bir boyuna vermiş son iki ay boyunca.
Canım kızım hep böyle sağlıklı ol yeter benim için :))

9 Haziran 2010 Çarşamba

Yaren ve Köpekler

Birkaç gündür 2 yaş sendromu ile ilgili yazılar okuyorum ve şimdi Yarenimi daha iyi anlıyorum. Bebeklerde 12 – 36 ay dönemlerinde gerçekleşen bu durum oğlan bir süreç ve anne-baların bu dönemde daha sabırlı ve daha dikkatli olmaları gerekiyormuş. Yaren bazı zamanlar hırçınlaştığı zaman neden böyle diye kendi kendime sorgularken bunun olağan bir süreç olduğunu öğrenmem beni biraz rahatlattı. En azından önümdeki süreci ve ne yapmam gerektiğini daha iyi biliyorum.
Yaren’imin şimdilerdeki favorileri ise merdiven çıkmak, parka gitmek, köpeklerle oynamak ve top oynayan bir grubu gördüğünde direkt olarak grubun içine girerek topla oynamaya başlamak. Ayrıca geçen hafta ilk defa kendi başına merdiven çıkmaya bile başladı.
Köpekleri seven fakat bir o kadar da korkan birisi olarak kızımın hiç korkmadan köpeklere yanaşması hatta üstlerine atlaması çok şaşırttı beni. Bir köpek gördüğünde hemen yanına koşturuyor ve hiç çekinmeden onu okşamaya başlayarak gülücükler atmaya başlıyor. Aslında hayvanları sevmesini ve benim gibi korkmasını istemiyorum. Ama ileriki yaşlarda eve bir hayvan beslemek isterse de ne yapacağımı tam biliyorum. Sanıyorum bunu o süreç geldiğinde düşüneceğim.

26 Nisan 2010 Pazartesi

KELİMELER.......


Yaren'imizin ağzından çıkan her kelime bizim için çok önemli bu aralar. Uzun bir süredir anne, baba, tezze (teyze), gitti, bitti kelimelerini kullanıyordu zaten. Son birkaç gündür ise bunlara yenileri eklendi.

Bir tanesi "amin" kelimesi. Kelimeyi annemden öğrenmiş. Annem her sabah bizleri ve kardeşlerimi yolcu ederken Yaren kucağında dua okuyormuş. En son da yüksek sesle amin deyince bu kelimeyi hafızasına kaydetmiş. Şimdi dua okuyup amin dediğinizde o da sizinle birlikte amin diyor.

Diğer bir kelime ise"abi". Kızkardeşim Burcu, erkek kardeşim İsmail'e evin içinde abi diyerek seslendiğinde öğrenmiş bu kelimeyi. Şimdi sık sık "abi" "abi" diyerek geziniyor.

En beğendiğim ise "on" kelimesini söylediği an. Asansörde inip çıkarken katları , rakamları sayıyoruz. Böylece de dokuz dediğinizde bir "ooon" diyor.

22 Nisan 2010 Perşembe

HIRÇINLIKLARIMIZ


Birkaç gündür kendimi çocuk yetiştirme konusunda sorgulamaya başladım. Çünkü Yaren çok hırçınlaştı bu aralar. İstediğini elde etmek için ağlayarak bağırmaya, kendini yere atıp dövünmeye başlıyor. Yolda onunla yürümek büyük bir sorun haline geldi. Bıraktığınız anda ne kadar gitmemesi gereken yer varsa oraya gidiyor, yola doğru koşmaya başlıyor. Onu engellemeye çalıştığınız da ( engellemesek bir arabanın altında hep beraber kalabiliriz) ortalığı yıkıyor. Çevremdeki yaşıtlarına baktığımda, onların anne ve babaları ile gayet sakin ya yürüdüklerini ya da çocuk arabasında oturup etrafı seyrettiklerni görüyorum. Yaren, artık çocuk arabasında bile oturmak istiyor. Kendini arabadan aşağıya atmak istiyor. Kemeri olmazsa kesin aşağıya atlayacak.

Kızımızla bir yere gitmek bile o kadar bir sorun haline geldi ki. Kesinlikle bir 5 dakika bile çocuk sandelyesinde oturmak istemiyor ve bulunduğu mekanda ne kadar gidilmemesi gereken yer varsa oralara gitmeye kalkışıyor. Engellediğinizde ise vayyy halinize.

Birkaç gündür bunun üzerine düşünüyorum. Bir yerde hata mı yapıyoruz, yoksa bu normal bir süreç mi diye düşünüyorum. Tam olarak emin değilim. Umarım bu süreci en kısa zamanda atlatırız. Çünkü kızımın söz dinlemez şımarık, hırçın birisi olmasını hiç ama hiç istemiyorum. Onunla keyifli bir şekilde gezmek, yürümek, koşmak, oturmak, fotoğraf çekilmek istiyorum.

6 Nisan 2010 Salı

Keyifli Bir Pazar Günü

Havanın çok güzel olması nedeni ile herkes gibi biz de Pazar günü kendimizi dışarıya attık. Yaren tam anlamıyla bayram yaptı diyebilirim. Hava çok güzeldi ve önce Pasta Bahçesi'ne gittik. Tabii her zamanki gibi önce salıncağa koştuk. Çok seviyoruz sallanmayı ve sallanırken de mutluluktan gözleri kapatıp, gülümsüyor. Mutluluğunu o kadar çok belli ediyor ki anlatamam. Gün geçtikçe salıncağın dışında başka şeylere de ilgisi kaymaya başladı. Örneğin daha önce hiç kaydırağa binmek istemezken, dün kaydırağın tepesinden zor indirdik yaren’imizi. Kendinden daha büyük çocukların kumlarla oynayışını ise ilgi izledi. Ben kumlara kesin şimdi bir dalış yapar diye beklerken, hiç elini bile sürmedi ama ilgiyle sürekli izledi. Tabii bir de meraklısı olduğumuz bir köpek görünce de Yaren’i durdurmak mümkün mü? Köpeğin peşinden “hav,hav “ diyerek koşmaya başladı ve köpeği ellemeye çalıştı.
Yaklaşık 2 saatlik bir oyun sürecinden, kızımızı zorla ve ağlayarak çıkardık.

Salıncak olmazsa olmaz bizim için.

Bu koridoru çok sevdi ve en az 5 kere turladı


İlk defa kaydırağa bindik ve inanılmaz keyif aldık

Şu cep telefonu yok mu.....


Ellerini yıkayıp, üstünü başını temizledikten sonra da Real’e gittik. Oradaki tırtıl treni çok seviyor kızım. Her hafta bir iki defa bindirmeye çalışıyoruz. Tabii her Pazar olduğu gibi Real yine çok kalabalıktı. Kızım da benim gibi kalabalığı pek sevmiyor. Hiç yürümek istemedi ve huysuzlandı. Öyle olunca biz de çıktık zaten. Sonrasında uzun zamandır hiç yapmadığımız bir şeyi denemeye karar verdik eşimle. Yaren ile birlikte yemeğe gittik. İlk seferdeki denememiz çok kötü geçmişti. Bu sefer de tedirginlikle gittik ama kızımız bizi hiç üzmedi. Sandalyesinde sakin sakin oturup, verdiğimiz bebe bisküvilerini birazını yiyip birazını oynayarak zaman geçirdi. Tabii salıncağımızı gene unutmadık ve gittiğimiz resturantta bulunan oyun parkında yine keyifle sallandık.
Yemeğin ardından güneşin batışı seyretmek için annem ve kardeşlerimi de alarak topalak köyündeki bir çay kahvesine gittik. Bu sefer Yaren bizi biraz yordu. Yön olgusu olmadan bir koşturmaca içindeki yürüyüşümüz halen devam ediyor. Öyle olunca da sürekli olarak peşinden gidiyoruz ama bizi yoran bu peşinden gitmeler değil, ısrarla gitmemesi gereken tehlikeli yerlere gitmek isteyişi ve onu vazgeçirme çalışmaları.

Eve döndüğümüzde ise gerçekten hepimiz yorulmuştuk. Yaren’i düzenli olarak akşamları hep aynı saatte yatırmaya alıştırdım. Bunun da faydasını görüyorum. Akşam 20.30 gibi onu mutlaka pijamalarını giyerek ve iyi geceler serenatı ile ve öpücüklerle odasına götürüyoruz. Bir iki yatağın içinde oynadıktan sonra (Bu arada mutlaka yanında birimiz oluyor) kendince uykuya dalıyor. Dün de aynı şekilde Yaren’i yatırdık.
Keyifli bir Pazar günüydü. Akşam güneşinin batışı ve daha sonra gecenin karanlığında Adana’yı pırıl pırıl ışıklarla göl manzaralı seyretmek inanın çok güzel. Bunu bir de tek başıma, keyiflice saatlerce oturarak, hiç konuşmadan ve kimseyi dinlemeden yapmayı isterdim. Bu yalnızlığa ihtiyacım olduğunu dün keşfettim.

18 Mart 2010 Perşembe

SAKINAN GÖZE ÇÖP BATAR MİSALİ: KIZIM AMİP OLDU

Yaren’im bir haftadır hasta maalesef. Zorlu bir hafta geçirdik. Önce kusma ile başladı hastalığımız. Doktorumuzu arayıp bilgi verdiğimizde terleyip üşütmüş olabileceğini söyledi. Ancak arkasına ishal de başlayınca hemen bir amip testi istedi. Sonuç pozitif çıktığında, bu kadar dikkate rağmen nasıl bu mikrobun bulaştığını bir türlü anlayamadım. Belki de gerçekten rahat olmak gerekiyor çocuk yetiştirirken bilmiyorum ama tek bildiğim kızımın bu süreçte çok perişan olduğu. Onun karın ağrısından kıvrandığını görmek hepimizi çok perişan etti. Her 10 dakikaya bir ishal, kusma, karın ağrısı derken Yaren hem perişan oldu, hem de kilo verdi.
Doktorumuzun verdiği ilacı bir haftadır kullanıyoruz ve yarın kontrolümüz var. Geçen hafta vurulması gereken aşımızı hastalık nedeni ile ertelemiştik, aşıyı da yarın vurduracağız. Ama neyse ki kızım birkaç gündür daha iyi çok şükür. Onunla birlikte biz de perişan olduk tabii.

Biliyorum böyle hastalıkları zaman zaman yaşayacağız. Daha kötü hastalıklardan korunmak dileği ile

19 Şubat 2010 Cuma

İLK ADIMLAR



Aşkitom, yarenim artık yürümeye başladı. Kendi başına, hiç destek almadan yürüyebiliyor artık. Tabii halen tehlike faktörünü bilmediği için, her yere bodoslama bir dalışı ve yürüyüşü var. Bizler de onun peşinden beraber yürüyoruz. O kadar tatlı bir yürüyüşü var ki anlatamam. Her geçen gün biraz daha farklılaştığını görebiliyorum. Oyuncakları ile artık daha farklı oynuyor, daha önce eline hiç almadığı oyuncağı ile oynamaya başladı. Bazı şeylerde aceleci davranıyorum ve hemen kızım için oynayacağı, ilgileneceği birtakım şeyler alıyorum. Örneğin daha 12 aylık iken gittim bir boyama kitabı ile pastel boya seti aldım. Tabii ilk yaptığı şey kalemleri yemek istemesi oldu. Hemen kaldırdık onları ortadan ama istiyorum ki hemen resim yapmaya başlasın. Annelik sabır isteyen bir iş ve bu sabrı her aşamada göstermek lazım. Zaten büyüyecek ve bu büyümenin zevkini çıkartmak lazım. Bazı şeylerde aceleci davranmamak lazım.

Aynı anda evlat sahibi olmak ve bir evlat kaybetmek

Hamileliğim ve doğum sürecimi anlatacağım bu son yazım. 11 Aralık 2009 tarihinde iki güzel evlat sahibi oldum. Doğum sırasında sadece kızımı görebildim. Oğlumun solunum problemi olunca hemen göstermediler. Daha sonra bebekleri küvezlere aldılar ve beni de odama götürdüler.Oğlumun başka bir hastaneye nakledildiği haberi geldi, çünkü solunum cihazlı küvez yeterli sayıda yoktu ve hemen ambulansla nakli yapılmıştı. Kızım ise Balcalı hastanesinin yenidoğan yoğun bakımındaydı ve o da solunum cihazına bağlanmıştı. Tabii beni büyük bir endişe ve merak sardı,geceyi hiç uyumadan geçirdim.

Ertesi gün olduğunda ise maalesef oğlumu kaybettiğimin haberini aldım. Bazı şeyleri satırlara aktaramazsınız. Başkasından dinleseniz bile anlayamazsınız. Benim bu acıyı anlatabilecek kelimelerim yok. Yaşayanlar anlar beni ancak. Anne karnında iken en çok beni tekmeleyen Eren’im beni bu dünyada tek bıraktı. En güzel yerde biliyorum ama keşke yanımda olsaydı diyorum. İçimi en çok sızlatan şey ise onu hiç göremedim. Ameliyatlı olduğum için cenazesine gidemedim. Bir defa da olsun onu görmek ve öpmek isterdim.

Tabii bundan sonraki süreci yazmaya kalksam yine sayfalarca yazılar alır. Bu süreçte bana güç veren kızım oldu. Onun nefes alması oldu. Yoğun bakıma onu görmeye gittiğimde 1300 gram ağırlığında minicik bir beden gördüm. Bana ait, benim bir parçam. Bedeninde bir sürü kablolar takılı, elleri kan alındığı için morarmış küçük bir bedendi. Fakat kızım bana verdiği sözü tuttu ve 20 günlük yoğun bakım sürecinden sağlıklı bir şekilde çıktı. Bu günler benim için çok zordu. Her gün kızımı ziyaret saatinde görmeye ve süt vermeye gittim.

Şimdi kızım 14 aylık oldu. Birkaç önemli rahatsızlık geçirdi bu süreçte. 2 aylık iken yine küvezde 1 hafta kaldı. Ciğerlerinde iltihaplanma olduğu için. Çok şükür şimdi sağlıklı bir kızım var. Tek dileğim sevdiklerimle birlikte onu en iyi şekilde yetiştirmek. Tüm annelere de bunu diliyorum

Sevgilerimle

22 Ocak 2010 Cuma

Hamileliğim -2

Apendist ameliyatı bilindiği gibi genelde basit bir ameliyattır ve bir gün hastanede kalmanız yeterli olabiliyor. Ancak hamile olduğunuzda işler biraz daha karışık hale geldiğinden bu süreç daha zorlu geçiyor. Ben ameliyattan sonra hastanede dört gün kaldım. Operasyonun erken doğum kasılmalarını başlatma riski vardı ve bu nedenle takip açısından hastanede gözetim altında tutuldum. Bu süre içerisinde herhangi bir risk olmayınca da çıktım. Ancak kocaman ve gergin bir karındaki ameliyat yeri ile hareket etmek çok zor inanın. Sanki dikişler her an açılabilecekmiş hissi ve daha çok ağrı insanı epey yıpratıyor. Kullandığım ilaçlar da vardı bu arada. Bu süre içerisinde bende başlayan iştahsızlık ile çok sağlıklı bir beslenme de söz konusu değildi. Dikişlerimi 10 gün sonra alabileceklerini söylediler ancak birkaç gün sonra dikiş yerlerinde akıntı başladı. Doktoruma gittiğimde enfeksiyon olduğunu söyledi ve ameliyatlı bölgenin temizlenmesi ve yeniden dikilmesi gerektiğini söyledi. Bir hafta kaldım hastanede ve hayatımın en kötü günleriydi. Dikiş yerlerinin temizlenmesi çok acı veriyordu. Hamile olduğum için de bölgeyi uyuşturamıyorlardı. Hemşirenin biri bana, çok kuvvetli biri olduğumu başka biri olsa bu kadar dayanamayacağını söyledi. Ama zaten ben de çok acı çekiyordum sadece çektiğim acıyı dışarıya vuran bir insan değildim

Zorlu bir haftanın sonunda yeniden dikildi ameliyat yeri. Fakat maalesef yeniden akıntı başladı iki gün sonra. Ve bu dikiş yerleri birkaç defa daha açılıp dikilmek zorunda kaldı. Böylece tam bir ay boyunca ızdırap çektim. Aynı zamanda erken doğum kasılmaları ve sancıları da başlamıştı. İlaç kullanıyordum bunun için ama çok etkili değildi.

Tabii bu bir ayın sonunda 7 aylık hamile iken beklenen sonuç gerçekleşti ve erken doğum sancıları ile kurban bayramının 2.günü akşamı hastaneye kaldırıldım. İki gün süre ile erken doğumu ertelemeye çalıştılar. Çünkü 30 haftalık hamileydim ve en az 32 haftalık olması daha iyi olacaktı. Ama dediğim gibi ilaçlar da yeterli olmadı ve bayramın son günü yani 11 Aralık 2008 tarihinde Ç.Ü. Balcalı hastanesinde doğum gerçekleşti. Oğlum Eren 1680 kg kızım Yaren ise 1350 gram olarak doğdu. Tabii hemen küveze koydular her ikisini de. Ben ise hem mutluluk hem endişe hem de merak içerisinde ameliyattan çıktım. 

18 Ocak 2010 Pazartesi

Hamileliğim-1




Kolay ve güzel bir şekilde başladı hamileliğim. Herkesin üstünüze titremesi, sizinle ilgilenmesinin zaten müthiş bir duygu olduğunu söylemeye gerek yok. İlk muayenede doktorum iki tane keseyi gösterdiği zaman ise çok heyecanlanmıştım ve daha o vakit endişelerim başlamıştı. İkiz gebeliğin biraz daha özen isteyen ve normal gebeliğe göre farklı sıkıntıları olabileceğini okumuştum. Her ikisinin de sağlıklı gelişimi çok önemliydi. İlk iki ayım çok güzel geçti. Sadece tek sıkıntım ailemin üstüme fazlası ile düşmesi ve evden dışarı çok rahat çıkamamam oldu. Onlara hak veriyordum ama hayalimdeki hamilelik rahatlıkla her şeyi yapabilen bir hamilelik süreciydi.

Bir akşam başlayan müthiş sancılarım bu güzel süreci bozan ilk işaretti. Yapılan kontrollerde her şey normaldi ve sadece tüp bebek tedavisinde kullandığım aşırı hormon ilaçları sancı yapmıştı. Doktorum ilk aylarda bunun olabileceğini belirtti. Bir gece hastanede kaldıktan sonra çıktık. Fakat burada öğrendiğimiz bir haber ise bizi tamamen alt üst etti. Kontrollerde bir üçüncü kesenin de olduğunu söylemişlerdi. Yani ben şuanda üçüz bir gebelik yaşıyordum. Sevinmek ve endişe aynı anda beni ve ailemi sardı. Tüp bebek yönteminin sıkça karşılaşılan sonuçlarından biriydi çoğul gebelik.
Doktorum 3 aylık olduğumda bebeklerden birinin kalbini durdurmamız gerektiğini, üçüz gebeliği kaldıramayacağımı ve diğer bebeklere de zararı olacağını söylemişti. Eğer kendiliğinden birinin kalbi durursa böyle bir operasyona gerek olmayacağını da belirti. Kendilerinin de tercihi buydu çünkü bir cana son vermek gerçekten zordu. Ayrıca operasyonun da kendine göre bazı riskleri vardı.

Nasıl dua edeceğimi şaşırdığımı söylesem size herhalde beni anlarsınız. Üçü de yaşasa diye dua etsem doktorum birine son verecekti. Kendiliğinden birinin kalbi dursun diye dua etsem, kendi canınızdan bir parçasını ölmesini istemeniz daha kötü. Doktor kontrolüne gittiğimizde sanıyorum en hayırlısı olmuştu bizim. Bir tanesinin kalbi durmuştu. Doktorum doğal selection dedi buna. Demek ki zaten sağlıklı değildi diyerek bizi teselli etti.

Sonrasında devam eden ikiz gebeliğimde 4,5 aylık olana kadar problemsiz gitti her şey. Fakat bir gün kalktığımda topallamaya başladığımı fark ettim. Sağ bacağımda müthiş bir ağrı ve ben kesinlikle yürüyemiyordum. Bebeklerden biri siyatiğime denk gelmişti ve ağrı bundan dolayı idi.

Dörtlü tarama yaptıracağım gün geldiğinde ise müthiş bir duygu sardı bizi. Dört boyutlu görebilecektim bebeklerimi ve üstelik cinsiyetlerini de öğrenecektim. İşlem çok güzel ve keyifli geçti, her ikisi de sağlıklıydı. Vee bir kızım ile bir oğlum olacaktı.
Sonucu öğrenen tanıdıklarımın bir kısmının söylediği tek şey şu oldu : “Turnayı gözünden vurdun, çok şanslısın hem kız hem erkek vb” şeyler.

İçimi hergün saran bir korku beni çok rahatsız ediyordu. İnanmayacaksınız ama söylenen tüm bu sözler beni çok rahatsız ediyordu. Biliyordum beni sevdikleri için söylüyorlardı ama elimde olmayan bir endişe gittikçe artıyordu. Ve sonunda büyü bozuldu tabii ki. Gece müthiş bir karın ağrısı ile uyandım. Ağrı daha sonra sağ bacağıma vurdu. 5 aylık hamileydim.  Hastaneye giderken sürekli ağlayarak “lütfen onlara bir şey olmasın “diye dua ediyordum. Doktorum şehir dışındaydı fakat telefonla hastanesindeki ekibini yönlendirdi.

Yapılan kontrollerde bebekler ile ilgili hiçbir problem bulamadılar. Hamileliğim iyi durumdaydı ancak müthiş bir sancı vardı. Genel cerrahi bölümünden uzman çağırdılar çünkü bu ağrı başka bir rahatsızlığının göstergesiydi. Yapılan tetkiklerde çıkan sonucu kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Acilen hemen apendist ameliyatına girmem gerekiyordu. Ne mi yaptım? Direndim, ameliyat olmak istemedim ancak doktorlar birkaç saat sonra patlayabileceğini hem benim hem de bebeklerimin ölebileceğini söylediler. Hayatımın en korkunç dakikalarıydı.  Tabii benim ameliyat olmadan bu hastaneden çıkmama izin vermediler ve beni ameliyata aldılar.

Sonuçta ameliyata girdim. İki canla birlikte bir ameliyata girmek, sonucunu bilememek inanın anlatılamaz. Ameliyata hem genel cerrahlar hem de kadın doğum uzmanları girdi. Anestesi vermeden önce ameliyatı yapacak uzmanın bana şunu söylediğini hatırlıyorum. “Merak etme her şey iyi olacak, sadece bana güven” Benim ayıldığımda söylediğim ilk şey ise “kızım ve oğlum nasıl” olmuş.

Dediğim gibi ben zorlukları kendime çekiyorum galiba. Ameliyat başarılı geçmişti ama ondan sonraki süreç benim için çok iyi geçmedi. Devamını daha sonra paylaşmak üzere

sevgiler

17 Ocak 2010 Pazar

Anne Adaylığına Geçiş Hikayem

Biraz karışık bir hikâyem var. Kolay olmadı anne olmak. Ama ben kendimi bildim bileli istediğim şeyleri hep zorlu süreçlerden geçtikten sonra elde ettim. Bu benim yazgım galiba. Ama olsun, bazen yorulsam da bir şeyleri elde ediyorum işte. Anne olmaya karar verdiğimde zorlu bir sürecin beni beklediğini hiç bilmiyordum. Birtakım hormonel problemler yaşamaya başlamıştım ve bunun anne olmayı nasıl etkilediğini birkaç doktora gittikten sonra öğrendim. Zorlu tedavi süreçleri, kullanılan hormon hapları derken artık yaşın da 30’u bulması ile aşılama yöntemine geçmeye karar vermiştik. Tabii şansızlık peşimi bırakmadı ve ilk aşamada bir dış gebelik geçirdim. Geçirdiğim ameliyat ile annelik sürecine biraz ara vermek zorunda kaldım. Sonrası yapılan iki aşılama da sonuçsuz kaldı.

Ankara’da yaptırdığımız ilaçsız tüp bebek yöntemi ise maalesef yine başarısız oldu. Başından geçenler beni çok iyi anlayacaktır, tüm bu süreçler inanın insanı çok yıpratıyor. Fiziki yıpratmanın dışında manevi olarak yaşanan çöküşler gerçekten çok kötü. Son olarak gittiğim doktorum, benim için bulunmaz şahane bir insandı. Bizi bilgilendirdi, yön verdi ve sonuçta bir kez daha tüp bebek yöntemini uygulamaya karar verdik. O zamanlar çalışıyordum ve her iki süreci bir arada yürütmek istedim. İşe ara verme kararı aldım ve ücretsiz izne ayrıldım. .

Tüp bebek tedavisi biraz zorlu bir süreçtir. En zoru da beklemektir. Yaşanan bu süreçte çok detay var ama testi yaptırdığım günü hiç unutmayacağım.  Kan vermek için gittiğimizde, hissettiğim duyguları anlatmam kelimelerle anlatmam mümkün değil. Bunu yaşayanlar çok iyi bilecektir. Ağlamak istersiniz ama yapamazsınız. Boğazınızda bir düğüm vardır hiç gitmeyen. 1-2 saat sonra o müthiş sonucu öğreneceksinizdir. Ya artık bir anne adayı olacaksınızdır ya da yine her şey başa dönecektir. Merkezden sonucu bildirdiklerinde hemşire direkt beni tebrik etti. Üstelik kan değerlerim 540 çıkmıştı ve kesinlikle ikiz bir gebelikti. Tabii o andaki coşkuyu ve heyecanı kelimelerle ifade etmem mümkün değil.

Benim anneliğe adım attığım süreci kısaca böyle özetleyebilirim. Bu arada yaşanan detay şeyler o kadar çok fazla ki, buradan yazmaya kalksam bir kitap olur herhalde. Sadece bu süreç mi? Dediğim gibi zor süreçlerden sonra elde ederim her istediğimi. Zorlu başlayan anne adaylığı sürecim elbetteki kolay geçmedi. Bu süreçte yaşadıklarımı, biri bana bunlar olacak diye başında anlatsaydı herhalde yok artık, yuhhh.. derdim. Ama şunu öğrendim ki bu hayatta insanın başına her an bir şeyler gelebilir.

Hamilelik sürecimi daha sonra sizlerle paylaşmak üzere.

Başlangıç


Merhaba

Aklımda hiç blog açmak, bir günlük tutmak yoktu. Genelde yaşadıklarımı açıkca paylaşabilen biri değilimdir. Ta ki anne oluncaya kadar. Anne olanlar bilir, bambaşka birşeydir, farklı bir deneyimdir anne olmak. Beni de çok değiştirdi, farklı özellikler yükledi bana. Hayata değişik açılardan bakmamı sağladı. Farklı korkular, endişeler yükledi. Daha önce dert ettiğim çoğu küçük, önemsiz şeyi artık önemsememeyi öğretti.

Kızımla yaşadıklarım içime sığmaz oldu, bir yerlere birşeyler yazmak, birilerine anlatmak istedim. bu nedenle de bu günlüğü yazmaya karar verdim. İşimle ilgili olarak tanıdığım sevgili Sedef Uncu AKI'nın kızıyla ilgili blogunu görmem ve onun yazılarını takip etmem beni daha da cesaretlendirdi bu konuda.

Bu günlük ile yazdıklarımı kızım okuduğu zaman, kendisini ne kadar çok sevdiğimi bilmesini istiyorum. Bundan sonra kızım için ve kendim için yazacağım burada.

Sevgilerimle




Bunlar da İlginizi Çekebilir:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...