11 Aralık 2012 Salı

İYİ Kİ DOĞDUN..


Bugün kızımın doğumgünü J

Bundan dörtyıl öncesini hatırlıyorum, hastanedeyim ve çok erken bir süreç olduğu şimdi doğmayın, daha zaman var, biraz daha sabredin diyerekten sancılar içinde kıvranıyorum.

Karnımda iki tane kalp dinleme cihazı ve iki tane kalbin hızlı atışları.

Hamileyken bu kalp atışlarını dinlemeye bayılırsınız ama ben o an bu atışları büyük bir endişe ile dinlediğimden ve iki gündür bu cihazlar karnımda takılı olduğu için bundan artık hoşnut değilim. Bana o durumda fazla endişe veriyorlar.

Daha 30 haftalık olan Eren ve Yaren ile 11 Aralık 2008 tarihinde yaşadıklarımın tablosu aynen buydu.

O gün akşam 17:00’yi gösterdiğinde Doktorum “Evet Çiğdem artık bekleyemeyiz, çok erken ama bu doğumu yapmak zorundayız” dediğinde kısa bir şok geçirdiğimi hatırlıyorum. Sonra hazırlıklar, ameliyathane, ışıklar ve soğukluk.

Genel anestezi olmadığı için ayığım ve ikizlerimin hayata merhaba demesine tanık olabiliyorum, önce birini hızla hemşireler alıyor sonra diğerini.

Kafam bir oraya bir buraya takip etmeye çalışıyorum ve hemşirelerden ikizlerimi bir türlü göremiyorum. Hızlıca birşeyler yapıyorlar ama anlamıyorum. Sanki hiç ağlama sesi yok mu ne?

Ve işte birden Yaren’imi yanıma getiriyorlar. Bembeyaz, gözleri kapalı uyuyor ve gülümsüyor. Tıpkı o tarihten bu yana güldüğü gibi.

Birden Eren diyorum, onu getirmediler. Başımı çeviriyorum bir şeyler yapıyorlar hızlıca ve o an hemşirenin doktoruma bakan endişeli gözlerini görüyorum “Hocam buraya gelebilir misiniz”?

Ve Eren’imi yanıma getirmiyorlar. Onu uzaktan ilk ve son görüşüm.

Sonrasında Yaren doğum yaptığım hastanedeki küvezde kalıyor, Eren’i ise başka bir hastaneye naklediyorlar çünkü o an başka boş küvez yok.

...........
Aradan 4 yıl geçti. Yaren’im beyaz gülüm, her şeyim ile hayatımız yeni bir anlam kazandı.

Eren’imi ilk ve son görüşümdü, 1,5 gün yaşadı. Başka bir hastanede kaldığı için ve kaldığım yerden ayrılamadığım için onu bir daha göremedim. Bana genelde unut bunları bak Yaren var diyorlar. Çok doğru ve ne kadar şükretsem az biliyorum. Ama Eren’imi de unutmak mı hayır mümkün değil.

İşte bu nedenle bu gün benim en mutlu günüm olduğu gibi bir yandan hüzünü de yaşadığım gündür de.

Yaren’im iyi ki varsın, hep bizimle olman dileği ile nice mutlu yıllara bir tanem..
 
 

18 Kasım 2012 Pazar

ODAM ÇOK SIKICI !




Bir süredir fark etttim ki Yaren, evin hemen hemen her bölümünde kendine ait bir oyun alanı yaratıyor. Özellikle bu aralar benim krem ve farmüm şişelerine takmış durumda. Her gün kendince onlarla bir oyun kuruyor. Bazı zamanlar onu sessizce takip ettim ve kremlerin her birine bir karekter yüklediğni farkettim.
 
Örneğin içlerinden en uzun olan krem şişesine öğretmenim dedi. ( Öğretmenimizi çok seviyoruz bu arada :)) Diğerlerine ise kendince arkadaşlarını adlandırmış ( Kavin, Emir, Benhur ve Yusuf en çok sayıkladığımız arkadaşlarımız) ve sanki okuldalarmış gibi  birtakım hikayeler kurarak oyunlar oynuyor.
 
Çocuklar için herşey, her bir obje bir oyuncağa dönüşebiliyor, Yaren'in, kendi odasında bulunan oyuncaklara rağmen benim krem ve parfüm şişeleri ile oynaması gibi.
 
Ancak bu süreçte farkettiğim diğer bir şey de Yaren'in evin her alanında oyun oynaması ile birlikte sadece kendi odasında oyun oynamaması oldu.. Gerekli malzemeleri odasından alıyor ve onları mutlaka başka odalara taşıyarak oyunlarını oynuyor. Bir değil, iki değil baktım her seferinde bunu yapıyor bu işte bir sorun var dedim artık kendi kendime.
 
Geçenlerde ise bu konuyu kendisine sormaya karar verdim ve aramızda aşağıdaki diyalog gerçekleşti.
 
A: Anneciğim neden kendi odanda oynamıyorsun, hep başka yerlerde oynuyorsun, neden?
Y:  Çünkü odam çok sıkıcı
A : ?!?!
A : Neden çok sıkıcı buluyorsun, sıkıcı olmaması için ne yapmamı istersin?
Y: Bana arabalı yatak alırsan sıkılmam
A : ?!?!
 
Eveeeeeeeeeet,  bu aralar bana şunu al, bana bunu al, şu şunu giymişti, bu bunu almıştı zamanlarımız başladı tabii ki ve odasında sıkılmaması için de arabalı bir yatak istedi benden.
 
Aslında ona çok hak veriyorum. Yaren'in odasını iki yaşındayken düzenlemiştim. Ona beyaz ve prenses resimleri olan bir oda takımı almıştım. Ama tabii biraz daha büyüyünce kızımın erkekler gibi araba delisi olacağını o zamanlar tahmin edememiştim.
 
Evet, biz tam anlamı ile bir araba hastasıyız. Bir oyuncakçı dükkanına girdiğimizde ilgimizi bebekler değil, her türlü araba, çimento arabası, kamyon, helikopter, uçak, yarış arabaları vb mekanik araçlar dikkatimizi çekiyor.
 
Durum böyle olunca da tabii ki de prenses odalı bir oda onun dikkatini çekmiyor ve odasını sıkıcı buluyor sanıyorum. En azından vermiş olduğu cevaba göre nedeninin bu olduğunu düşnüyorum :)
 
Şimdi planlarımı yapıyorum; oda takımını değiştirmek istemiyorum ama sevdiği şeyleri göz önünde olacak bir oda tasarımı yaratmaya karar verdim ve bununla ilgili çalışmalara başladım. Zaten bir süredir odası ile ilgili kafamda bazı yapmak istediklerim vardı, onları da yapma zamanı geldi sanırım.

8 Ekim 2012 Pazartesi

SONBAHARIN GETİRDİKLERİ


Sonbaharın gelmesi ile hem günlük hayatta hem de iş hayatında yaşanılan koşturmalardan epey bir zaman yazamadığımı fark ettim.

Biraz koşturmalı bir süreç oldu bizim için. Öncelikle sonbahar mevsimi ile yeni okulumuza başlangıç yaptık. Uyum sağlamak adına ilk haftamız önemliydi ama çok şükür şu anda her şey yolunda. Öncelikle öğretmenimizi çok seviyoruz ki bu çok önemliydi bizim için. Çünkü Yaren o kadar hassas ki bu konuda. Aslında tüm çocuklar öyleler ama duyarlılıklarını farklı şekillerde gösteriyorlar. Yaren birini veya bir yeri sevmediği zaman bunu çok net bunu ifade ediyor. Ve bu sevgisizlik oluştuğunda onu geriye döndürmeniz de pek mümkün değil. Bu konuda birbirimize çok ama çok benziyoruz. Çünkü ben de birini ya da bir yeri sevmediğim zaman bunu çok net ifade edebilirim.

Ancak Sonbahar mevsimi ile birlikte hastalıklar da kapımızı çaldı ve bir süredir Yaren’in kendini toparlaması ile uğraşıyoruz. En büyük problemimiz ise çok küçük bir gribal enfeksiyonun direkt öksürüğe geçirmesi  ki bizi çok zorluyor. Birkaç kez doktora gittik, ciğerlerinde bir problem yok ama kuru öksürük inanın çok berbat bir şey. Çok fazla ilaç kullanmasını sevmeyen biri olarak doktorumuzun verdiği ilaçları ihmal etmiyoruz ama zencefil-bal karışımını da öksürüğe karşı kullanmaya devam ediyorum.

Ve tam toparlandık derken yine 3 gündür hastayız. Haftasonunu biraz ateş ve kusmalarla geçirdik. Şu anda doktorumuzun tavsiyesi ile beslenme değişikliğine geçtik. Doktorumuz midesini üşütmüş olabileceğini söyledi şimdilik beslenme değişikliği ile süreci izleyeceğiz. 3 günde bile tam 1 kilo kaybettik L

Fakat tüm bu süreçte şunu birkez daha gördüm ki kızımla bir ortak yanımız daha var. Onun da canı çok pek değil ve bu kadar hasta halinde bile enerji dolu olmaya devam ediyor. Hastayım diye yapılan bir nazlanma olayı yok ve dışarıdan baksanız bu kız çok hasta demezsiniz.

Bugün okul yerine anneannemizin yanındaydık ve kendi elleri ile bana poğaça yaptığını söyledi. Gerçekten de anneme bu konuda yardım ettiğini öğrendim ve kendi elleri ile çok güzel poğaçalar yapmış. Aşağıdaki resim bunun kanıtıdır.

İnsanın kendi kızının ellerinden yapılanları yemesi ne kadar da güzelmiş meğer.


 
                                       Poğaçaların üzerindeki parmak izleri Yaren'e aittir :))

5 Eylül 2012 Çarşamba

BUGÜN BENİM DOĞUM GÜNÜM



Bugün benim doğum günüm

Yaş konusunu hiç açmak istemiyorum J (Canım Arzucuğum biz hep 29 yaşındayız değil mi? J)

Bir yaşı daha hayatıma eklemek beni hem endişelendiriyor hem de ayrı bir güven veriyor.

Güven kelimesi size ilginç gelebilir ama daha çok yaşadıkça daha çok deneyim kazanıyorsunuz, daha çok şey görüyorsunuz, daha çok şey okuyorsunuz. Bu size bir güç veriyor sanki. Bunu hem özel hem de iş hayatımda daha net görebiliyorum. Yıllanmış Şarap hikâyesi yani J

Endişe ise yapmam gereken şeyleri zamanında yapmadıysam bir daha yapamamaktan kaynaklanan bir endişe ve aynı zamanda korku. Keşkelerimin olmasını istemiyorum, tek endişem bu.

Bir gün annemin kendi doğum gününde söylediği bir şeyi hiç unutmuyorum. Genç bir kadınken keşke kırmızı bir elbise giyseydim, şimdi bu yaştan sonra giymek çok zor dedi. O kadar küçük bir unsur ki ama onun hayatında bir keşke olarak kalmış işte.

O günden sonra her doğum günümde bu söylediği aklıma gelir ve geriye dönüp düşünürüm, ilerde yapamayacağım ama yapmak istediğim şeyler var mı diye. Zaman kaçmadan ve ilerde keşke demeden yapabilmek için.

Doğum günümün en güzel yanı ne derseniz bana hatırlanmak derim. Gönderilen bir yazılı mesaj bile beni o kadar çok mutlu eder ki. Bankalardan gelen doğum günü mesajları bile hoşuma gidiyor dersem bana delimidir nedir diyebilirsiniz.

Telefonla duyduğum sıcak bir ses ise beni göklere çıkarır. Bir de özlem duyulan ve uzun zamandır hiç duymadığım bir ses ise.

Ben doğduğumda babam,  erkek çocuk beklediği için, o gün eve gelmemiş küsmüş. Annem de beni ilk kucağına aldığında “Canımm benim” demiş. Anne baba sevgisine burada hiç giriş yapmayacağım ama tek söyleyebileceğim annem benim her şeyim.

İyi ki doğmuşum, iyi ki varım. Vee iyi ki de doğurmuşum.

Bu yeni yaş yılım benim uğur yılım olsun, şans getirsin.

Mutlu ve sevgi dolu yıllar bana J

Mutlu Yıllar
Bu gün dünyayı istediğin bir renge boya
Rengârenk batan günü al karşına
Bir renk de kendinden kat
Çocuklar gibi saf, temiz ve berrak
Kapat gözlerini bir hikâye yarat
Vazgeçme hissedilir biraz da sıcaklığını kat
Kalbindeki elleri bırakma sıkıca tut
Çünkü varlıktır sevgiye en güzel kanıt
Yalnızlığın saltanatını sür, sür ama
Birikmiş sevginden, herkese bir parça ver
Bir tebrik, bir arama bin umuttur insana
Mutlu yıllar, mutlu yıllar sana …
Can YÜCEL

5 Ağustos 2012 Pazar

Olimpiyat Havuzu



Londra 2012 Olimpiyatlarını ilgi ile izliyoruz ve Yaren’in de bizimle birlikte seyretmesine izin veriyorum.İzin veriyorum diyorum çünkü çocukların televizyona düşkünlüğüne ve gün boyu televizyon karşılarında olmasına ben de şiddetle karşıyım. Hep isteğim ve amacım sıfır televizyondu ancak itiraf etmeliyim çevresel şartlar zaman zama buna izin vermedi.  

Olimpiyatları seyretmesini kendim istedim çünkü sporu sevmesini istiyorum. Aslında benim bunun için ayrı bir çaba da göstermeme de gerek kalmadı zaten. Yaren hareketi çok sevdiği için sürekli sportif faaliyetlerin içindeyiz. Evdeki oyuncaklarımıza baktığımızda, 5 adet top, golf oyun seti, frizby, kaykay, bowling oyun seti, holilop diye sayarsam ve bir de hergün tramboline zıplamaya gittiğimizi söylersem, oyunlarda bile hareketi ne kadar sevdiğimizi anlatmış olurum. 

Geçen cumartesi günü olimpiyatları seyrederken, yüzme yarışlarını ve jimnastiği ilgiyle izlediğini farkettim. Zaten bir ara "anne ben de yüzücü ve jimnastikçi olacam" dedi. Ben de "tamam tabii ki olursun" dedim. Tabi bu cümlenin arkasından bir süre sonra ağlama ile sona eren "beni havuza götürün ve havuz istiyorum" krizini de yaşadığımızı da itiraf etmeliyim. 

Ertesi gün pazar sabahının altısında kalkıp, ( annelerin kaderidir bu) resim yapmak istediğimizde ve ben olimpik havuz yapmak istiyorum dediğinde ilgisinin bir kez daha farkına vardım.

aşağıdaki resim çizdiği olimpik havuzun resmidir. 




Umarım spor hep hayatında yer alır.

4 Temmuz 2012 Çarşamba

YUVADAN UÇAN KÜÇÜK KUŞ


Bundan birkaç gün önce annemle; kız kardeşimin düğün hazırlıklarını görüşürken, annem “odasındaki tüm eşyalarını toparladı ve götürdü bir şey kalmadı” dedi.

Sesindeki titremeyi fark etmemek mümkün değildi, ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Eyvah dedim kendi kendime bunlar öncü duygular, artçılar acaba nasıl ve ne zaman gelecek?

Benim düğünümden iki gün sonra, markete gidip bir dolap dolusu yiyecek alıp eve döndükten sonra komşusuna geçip “Bunları kim yiyecek, çok yalnız kaldım” diye ağlayan annemin, kız kardeşimin düğününden sonra ne yapacağını doğal olarak da kestiremiyorum.

Ancak onu, şimdi kendim de bir anne olarak, o kadar iyi anlayabiliyorum ki. Canından bir parçası ve bir de evin en küçüğü evden gidiyor, kendine yeni bir hayat kuruyor.  Yuvadan küçük kuşumuz uçup gidiyor. Her ne kadar aynı şehirde yaşayacak bile olsa artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Şimdi bir anne ve baba için çocuklarının hangi dönemi en zor diye düşünüyorum da bence evlendirmek en zoru galiba. Emeklerle, sevgiyle büyüyüp yetiştirdiğiniz evladınız bir başkası ile kendine bir yaşam kuracak. Evlendiği kişi ona nasıl bakacak, hep sevecek mi? Hiç zarar verir mi, onu üzer mi? Bunu kabullenmek sanıyorum çok kolay bir şey olmasa gerek.

Bu özellikle kız çocuğu olanlar için de farklı bir zor galiba.

Sanıyorum en güzel dönemi, yanı başınızda uyuduğunu bildiğiniz, geceleri kalkıp da üstü açık mı değil mi, terlemiş mi terlememiş mi diye kontrol ettiğiniz ve sabahları birlikte uyandığınız anlar.

Bu anların kıymetini bilmeliyiz bence. 

24 Haziran 2012 Pazar

Büyümek

Zamanın bir saniyesinin bile ne kadar kıymetli olduğunu sanıyorum anne ve babalar daha iyi anlayabiliyor. Çocuğunuzun hızla gelişimini, çok kısa sürede kendi kişiliğini kazanmasını hayretler içinde gözlemleyebiliyorsunuz. 

İş için dört günlüğüne İstanbul'daydım ve döndüğümde Yaren'in o kadar büyüdüğünü fark ettim ki, dört günde bu kadar büyüdü mü ya da ben bir süre uzakta olduğum için bana mı öyle geldi bilmiyorum. Ancak  daha sakin ve daha kendinden emin bir Yaren bulduğumu söyleyebilirim. Bir süredir biraz isyankar, istediğini ağıtla yapmaya çalıştıran, ve paylaşmayı istemeyen bir yapımız vardı. Ancak şimdi bunlardan hiç eser yok. 


Sanıyorum büyümek böyle bir şey.

Bir süredir ise birlikte yaptığımız etkinliklerle ilgili birşey yazmıyordum ancak farklı aktiviteler yapmaya da devam ediyoruz. Ama buradan daha önce de söylediğim gibi, Yaren hareketi seven bir çocuk olduğu için seçtiği oyunlar da hareketli oluyor. Topun dahil olduğu tüm oyunları seviyoruz ki buna özellikle futbol dahil :)) Bilardo, tenis ve bowling ise en sevdiklerimiz.

Ama tabii ki bunun dışında da yaptığımız çalışmalar da var.

Geçenlerde sayılarla ilgili biraz oynadık ve çok sevdik. Aslında sayılara uzun bir süredir aşinayız ama bu oyundan çok zevk aldı. 






9 Mayıs 2012 Çarşamba

YAREN'İN BENİ ANLATMASI


Okulda anneler günü için "BENİM ANNEM" isimli bir çalışma hazırlamışlar ve çocukların gözünden annelerini anlatmalarını istemişler. Üşenmedim buraya yazdım tek tek. Cevaplara çok güldüm. Aslında çoğu kendisini anlatan şeyler.

Annemin saçları ...SİYAH... gözleri ...SİYAH....renktedir.
Benim annem en çok ....KÖFTE, MAKARNA ....yemeğini sever ama ....PİLAV.... yemeğini sevmez
(Aslında burada kendisini anlatmış, ben kırmızı et hiç yemem bileJ)
En güzel yaptığı yemek ise ....DOLMA.... dır. 
( İyi yemek yapamadığımı ima edenlere duyurulur :))
Annem müzik dinlemeyi çok sever. En çok ....BOŞ BARDAK.... şarkısını sever.
(İkimizin severek dinlediği bir şarkı)
Annemi en çok ....BENİM SARILMAM..... güldürür
(Canım benim J )
En çok kızdıran şey ise ....ODAMI TOPLAMAMAMDIR....
(Aynen)
Biliyormusunuz benim annem en çok ...TİMSAHLARDAN.... korkar
(Çok doğru)
Ayrıca televizyon izlemeyi sever, en çok da .....KELOĞLANIı..... izler
( Ya çok güldüm, televizyonla aram sınırlıdır. Sadece film ve belgesel izlemeyi çok severim. Ayrıca keloğlan dan nefret ederim.)
Ben okuldayken annem ......İŞ....... yapar.
( Çalışan anne )
Annem en çok ........ÇARŞIYA....... gider ama .......PAZARA....... gitmeyi hiç istemez
(Aynen, pazara gitmeyi pek sevmem)
Alışverişe çıktığında en çok satın aldığı şey ......YUMURTADIR.......
(Yumurtayı pek sevmem, sadece evdekiler için almaya çalışırım, ayrıca kendisi de pek sevmez. Nerden aklına geldi ki çok güldüm J)
Annemin pek çok arkadaşı vardır ama en çok sevdiği arkadaşı .........NAZLI TEYZEDİR......
(Tüm arkadaşlarımı çok seviyoruz yanlış anlamasınlar ama sanıyorum ASLI TEYZEYİ özledik.)
Benim annem sonuçta bir insandır ve doğal olarak bazı insanları az sevebilir, Örneğin .......İSMAİL DAYIMI ..............az sever.
(İsooo, canım kardeşim benim suçum yok bu cevapta, sanıyorum bir yanlış anlaşılma olmuş, seni çok ama çok seviyorum)
Benim annem, annelerin en iyisi ve ben annemi çok seviyorum… Çünkü annem;
............BENİ OPTİMUMA GÖTÜRÜR, GEZMEYE GÖTÜRÜR.................
( Optimuma gitmeyi pek sevmiyorum, çok kalabalık yerleri sevmem ve pek gitmem de, ama kendisi çok seviyor)
.........ONU ÇOK SEVİYORUM, CANIM ANNEM............
( Canım ben de seni çok seviyorum)

2 Mayıs 2012 Çarşamba

KİTAP OKUMAYA DEVAM VE YENİ KİTAPLARIMIZ


Kitap okumayı hiç bırakmamaya çalışıyoruz her zamanki gibi. Her akşam yine masal okumaya devam ettiğimiz gibi gün için de de okuduğumuz kitaplar var.

Son aldığım üç kitabı ise Yaren çok beğendi.

İşte Kitaplarımız 





kitapların her birinde önemli mesajlar veriliyor tavsiye ederim.

21 Mart 2012 Çarşamba

OKUL ZAMANI GELDİ Mİ?

Bir çocuğun annesinden ilk ayrıldığı zamandır okula gitmek. Artık sizden bağımsız olarak zaman geçireceği, bir arkadaş grubu ile bağımsız davranacağı zamanların yaşandığı ilk yerdir.

Bir süredir bizim de bu sürece doğru yaklaştığımızın farkındayım. Şimdiye kadar herşey çok güzel ve rahattı. Anneme gönül rahatlığı ile bırakıyorum. Yaren annemin yanında büyük bir sevgi ve şefkatle zamanını geçiriyor. Annem tüm evinin işini bırakıp oyunsa oyun, parksa park Yaren'in tüm ihtiyaçlarını elinden geldiğince karşılıyor. 

Bizler de hafta içi akşamları uyku saatine kadar, hafta sonları ise tüm gün Yaren'le zaman geçirmek için elimizden geleni yapıyoruz. 

Ama sanıyorum büyüdükçe hayatın akışına uyum sağlamak zorundasınız. Bir süredir Yaren'de, artık bizlerin onun için yeterli olmadığını, arkadaş grupları içinde kalıp farklı aktiveteler yapmak ve yeni şeyler öğrenmek konusunda istekli olduğunu görüyorum. Dışarıya çıktığımızda kendinden büyük olsa bile küçük bir çocuğa "annneeeee bak arkadaş yaşasınnnnnn" diye bağırması da bu yüzden zaten. Sonrası ise malum, Yaren'in sımsıkı sarılan kollarından çocuğu zor kurtarıyoruz. :))

Evde mümkün olduğunca birlikte resim yapmaya, kitap okumaya, top oynamaya veya farklı oyunlar kurgulamaya çalışıyoruz ama o kadar çabuk sıkılıyor ki, üç dakika süren bir aktivitenin ardından ayağa kalkıp "anne başka ne oynayalım" dediği zaman "nasıl yani" diye düşünmeye başlıyorum. "Daha yeni başlamıştık Yaren" ile başlayan cümlem sonlanmadan biz yeni bir oyuna başlamış oluyoruz zaten.

Evet artık farkındayım. Okul zamanımız geldi. İyi bir okulu bulmak zaten en önemli konu biliyorum ama kendimi  Yaren'i bir yere bırakmak konusunda hazır hale getirebilmem en önemlisi. Sanıyorum tam olarak hazır değilim buna.  

Anaokulunun Yaren'e katacağı çok şey olduğunu biliyorum. Beni en çok rahatlatan da bu zaten.Umarım kızım için en uygun olan yeri seçebilirim ve her şey gönlümüze göre olur.

28 Şubat 2012 Salı

TAHTA ÇUBUKLARIN MARİFETİ

Bir gün Starbucks’da kahve içerken Yaren’in tahta karıştırıcı çubuklara uzanmaya çalıştığını fark ettim. Kendi uzanamayınca yardım istedi ben de eline birkaç tane verdim. Açıkcası ne yapacağını merak ettim. Birkaç tane verdim biraz daha istedi, neden bu kadar çok istiyorsun diye sorduğumda ise,  arkadaşlarımı da vereceğim dedi.

Daha sonra birlikte oynadığı diğer arkadaşının yanına giderek ona da biraz çubuk verdi ve yönlendirme yaparak çubuklarla oynamaya başladılar. Ne oynuyorlar diye dikkat ettiğimde ise çubuklarla birtakım şekiller yapıp kendilerince hikayeler ürettiklerini gördüm. İtiraf etmeliyim bu hoşuma gitti. Çünkü çok basit görünen bu oyun kurgusunda aslında dikkate alınacak çok şey var.

  • Öncelikle kendi düşünerek bir objeyle oyun kurmayı planlanmıştı.
  • Ona ulaşmaya çalıştı, yapamayınca pes etmedi, destek istedi
  • Sadece kendini değil arkadaşını da düşündü ve onun için de istedi
  • Daha sonra onu da yönlendirerek bir takım lideri gibi oyunu kurdu.
  • Arkadaşıyla birlikte kendi hayal gücünü kullanarak hikayeler üretti

Tüm bunlar aslında kişisel gelişimin en güzel örnekleri olan çok ama çok önemli şeyler. Düşünmek, planlamak, destek istemek, başkalarını düşünmek, oyun kurmak ve grubu yönetmek.

Onların oyunlarını izlerken çok keyif aldım doğrusu.

Geçenler de eve de temin ettim bu tahta çubuklardan ve birlikte şekiller yapmaya çalıştık. Küçük bir oyun kurgusundan zevk alması memnun etti beni.

Aslında çevrede çocuklarımızla oyun kurabilecek o kadar çok obje var ki. Belki de hiç oyuncakçıya gitmeye gerek yok.

15 Şubat 2012 Çarşamba

İLK AHŞAP BOYAMA ÇALIŞMAMIZ

Bir dönem ahşap boyama hobim olmuştu ve çok zevk alarak yapmıştım. Aslında el becerileri konusunda hiç becerikli bir insan değilimdir ve hatta berbatımdır. Bir düğme bile dikmesini beceremem. :))

Ama bundan 6 yıl önce ahşap boyama kursuna katıldığımda epey hoşuma gitmişti ve çok da fena değildim boyama işlerinde. Hatta kursun sonunda bir sergi açmıştık ve en fazla da benim ürünlerim satılmıştı.

Geçenlerde kitapçıda rengarenk boyaları görünce bir heves bir kaç renk boya ,ahşap bir vazo ve fırçalar aldım. Ama bunları kendim için değil Yaren için aldım.

Eve geldiğimizde de ilk boyama çalışmalarımızı yaptık. Yaren çok zevk alarak yaptı ve o gün bugündür "anne vazo kurudu mu? yine aşşap boyama yapalım mı?" diye soruyor.

İşte ilk boyama çalışmalarımız.



 Yaren için küçük bir fırça olsun diye düşündüm ama sanıyorum yanlış oldu.
Daha büyük bir fırçaya ihtiyacımız var.



Belli bir renkte vazo olmadı tabii ki :))

Not : Yaren boyama işlerini hep zeminde oturarak yapmayı tercih ediyor. Bu nedenle de halının üstüne birşeyler sererek bu tip boya çalışmalarını yapıyoruz. Masaya bir türlü alıştıramadım.

7 Şubat 2012 Salı

KELEBEKLER VE İNSANLAR

Üstün DÖKMEN’in "Kelebekler ve İnsanlar" kitabını bitirdiğimde aslında en büyük engelimizin kendi önyargılarımız olduğunu bir kez daha anladım. Önemli olan bedensel engeller değil, zihnimizdeki engellerimizdir.

Kitapta iki kelebek ile iki engelli gencin aşk hikayesi, hem ortak yanları ile hem de farklılıklarıyla o kadar güzel anlatılmış ki.

Kitabı bitirdiğinizde, yaşamın kısa ya da uzun olmasının önemli olmadığını, asıl irdelenmesi gerekenin, yaşamın renkli ya da renksiz mi olduğu gerçeğini bir kez daha anlıyorsunuz.
Ben en çok da kelebek Alaimisema’nın öyküsünden etkilendim. Kısacık zannettiği ömrünü aşık olduğu kelebek Kerman’ı aramak ile geçiren ve sonunda ise zalim bir kelebek avcısı tarafından yakalanıp bir kelebek koleksiyonuna acımasıca eklenen kelebek Alaimisema’nın hikayesi.

Yazar, kitapta iki öyküyü anlatırken o kadar güzel cümleler de kullanmıştı ki bunların hepsini not almadan geçemedim. Buradan da paylaşmak istedim. Hepsinin verdiği mesaj ayrı güzel ve düşündürücü.

Beni bir etkileyen husus ta kelebek avcılığının ve kelebek koleksiyonculuğunun acımasız gerçeği idi. Ülkemizin biyoljik çeşitliliğinin yurtdışı ülkelerine satılması ve bunun için acımasızca katledilen hayvanlarımızın hazin öyküsünü ilk defa yakından öğrenme şansım oldu.

Ülkemizin sadece kültürel ve manevi değerlerini değil, biyolojik zenginliklerini de korumamız gerektiğini buradan ben de vurgulamak isterim.

Tüm bunları kitabı okuduğunuzda daha iyi anlayabileceksiniz.


İşte kitaptan bazı notlarım

Aile, insanların açlığı ve tokluğu birlikte sindirdikleri, güzel esintileri ve kötü kokuları birlikte hissettikleri ve eğer dayanabilirlerse güçlüklere birlikte göğüs gerebildikleri bir yerdir. Direkler ve çatılan tahtalar, çakılan çiviler çok da önemli değildir. Bir aileyi ayakta tutan şey, gülümseyen yüzlerin ve çatılan kaşların dengesidir.

Aşk görmeden birbirini fark etmektir.

Avcılar ve saldırganlar bu dünyada daima olagelmiştir; önemli olan avların dayanışmasıdır.

Aslında aşık olduğunuzda hele ki bu aşk, kabulde zorlansanız bile tek yanlıysa, doğru söylediğinizde de rahatsız olursunuz, yalan söylediğinizde de.

İçine kaygı bulaşmış tüm olumsuz düşünceler, hem hedeflerimizden uzaklaştırır bizi, hem dünyanın bize verdiği yolu kısaltır önümüzde.

Yalnızca zayıflar adalet ister; güçlülerin adaletleri yanlarındadır, istediklerine verirler, istemediklerine vermezler.

Yıldırım aşkı havadan geldi, bir anda ortaya çıktı sanılır. Ama aslında hiçbir aşk bir anda ortaya çıkmaz; öncesi vardır, yaşamdaki önceliklere dayanır.

Dünyadaki bütün saatler aynı öne aynı hızda döner. Saatler mekaniktir, sahipleri nasıl ayarlarsa öyledir. İnsanlar birbirlerini de saat yerine koyar, ayarlamaya çalışırlar. Hele ki anne ve babalar çocuklarını istedikleri gibi ayarlayabileceklerinden emindirler. Oysa gençlerin saatleri, anababaların saatleri farklıdır; bazen yönleri bazen hızları farklıdır, ya ileri ya geri gider kimisi.


1 Şubat 2012 Çarşamba

DOĞADAKİ SON ÇOCUK - YAPABİLECEĞİMİZ 100 ŞEY

Daha önce buradan da bahsetmiştim, TUBİTAK yayınlarından biri olan ve Richard Louv’un “Doğadaki Son Çocuk” kitabını okuyorum diye. Çok beğendim bu kitabı ve nihayet geçenlerde kitabın tamamını bitirdim. Kitaptan aktarılacak çok şey var ama kitabın sonunda yazarın önerileri aslında her şeyi özetliyor. Ben de bu önerileri kendimce özetleyerek paylaşmak istedim.Ama tavsiyem kitabı okumanız tabii ki.


Aşağıdaki öneriler yazarın kendi yaratıcılığı ile bulduğu önerilerdir. Sizler de bu listeye sayısız öneri ekleyebilirsiniz.


Çocuklar ve Aileler için Doğa etkinlikleri

• Çamur Alın ve çamurla oynayın. Çamurlu suda tepinin.

• Doğayı stresin panzehiri olarak görün. Sadece çocuklar için değil tüm yetişkinler için doğanın sağladığı yararlar sınırsızdır. Kötü hava yoktur, kötü kıyafet vardır.

• Yürüyüşe çıkın. Küçük çocuklar için kısa yolar seçin ve sık sık durmaya hazırlıklı olun. Çanta yükünüzü hafif tutun

30 Ocak 2012 Pazartesi

ANNE KAR YAĞIŞINI GÖRMEYE BİR DAHA GİDELİM

Karın güzelliğini görmeyeli epey uzun zaman olmuştu doğrusu. Kızımın ise şimdiye kadar hiç kar deneyimi olmamıştı. Geçtiğimiz haftasonu bu keyfi yaşamak kısmet oldu. Çoook güzeldi, Yareni bu kadar heyecanlı görmemiştim. Çok sevdi karla oynamayı ve özellikle karda kaymasını.



                                                Kardan adamın yapılışına yardım ettik


                                                        Benim de katkım olsun :)


                                                       Enn çook da kaymayı sevdik

25 Ocak 2012 Çarşamba

KARDEŞİ Mİ ARKADAŞ MI?

Özellikle tek çocuklu anneler iyi bilirler, ikinci ne zaman diye hemen sorulur.

Kardeş olması gereklidir,

Çocuk da bunu isteyecektir,

İlerde birbirlerine destek olacaklardır,

Bu dünyada kardeşin yerini hiçbir şey dolduramayacaktır.

Bunlara tabii ki karşı çıkmak mümkün değil. Hepsi de doğruluk payı yüksek olan düşünceler. Benim de iki kardeşim var. Onların olmadığı bir hayat nasıl olurdu hiç bilemiyorum ama  iyi ki varlar diyorum. Üstelik annem bizleri o kadar zor günler geçirerek büyüttü ki, ondaki sabır ve gücü hep takdir etmişimdir.

Ama şimdi tek kız çocuğu olan bir anne olarak ikinci çocuk yapacak mısınız diye sorarsanız sadece HAYIRRRRR ! diyorum.

Yanlış anlaşılmasın, annelik dünyanın en güzel olayı. Bir bebeğin kollarında size gülümsemesi, size sonsuz sevgiyle bakması kadar bu dünyada güzel bir şey olamaz.

İkinci çocuğu düşünmememin benim açımdan  pek çok nedeni var

Yaren tüp bebek tedavisi ile oldu, tedavi süreci zaten çok zordu benim için

Bir de üstüne üstlük ikiz hamileliğimin beşinci ayımda apendist ameliyatı oldum. Yani hamile birinin başına gelebilecek en umulmadık bir şeydi. Hayatımın en kötü günleriydi diyebilirim.

Ameliyatlı ikiz bir gebelik geçirmek zaten zor iken bir de hamileliğimin yedinci ayında öyle bir kaşıntı başladı ki, bir insan kendi kendini parçalayabilir mi? evet yapabilir çünkü ben yaptım. Doktorum “Çiğdem bu kaşıntın beni korkutuyor demesinin ardından 2 gün sonra ise erken doğum yaptım.

Zaten sonraki süreçler de epey yıpratıcı oldu, oğlum yaşam savaşını kaybetti ama çok şükür kızımla bugünlere geldik. Yaren şuanda 3 yaşını doldurdu.

Dönüp arkama baktığımda tüm bunları ben mi yaşadım diye düşünüyorum. Sanıyorum tüm bu olanlar bana fazlasıyla yetti. Eski güçlü Çiğdem değilim artık. Arkadaşlarımın çoğu, yine aynı şeyler olacak diye bir şey yok diyorlar ama sorun bu değil. Sorun başlamak için zaten gücünüzün kalmaması. eee bir de yaş da önemli artık.

Büyük konuşmak istemiyorum ( bu konuda çok ders aldım çünkü ) anneliği çok sevmeme rağmen kardeş olayını düşünmüyorum.

Bu durumun Yaren’in büyüme sürecini ve sonraki hayatını nasıl etkileyecek bilmiyorum. Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışacağım. Arkadaşın ve sağlam dostlukların önemine hep inanmışımdır. Kardeşten daha farklı bir şekilde kendinize yakın bulduğunuz dostlarınız da olabiliyor. ( Benim böyle dostlarım var ) Umarım kızımın böyle dostları ve arkadaşları olur.

Yakınında hep sevenleri olur ve hiç yalnız kalmaz

Tek dileğim bu.

19 Ocak 2012 Perşembe

DOĞADAKİ SON ÇOCUK


Geçen hafta Adana'da düzenlenen kitap fuarından aldığım ve  TUBİTAK yayınlarından biri olan  Doğadaki Son Çocuk kitabını okuyorum şuanda.

Günümüzde hızla gelişen teknolojinin ve şehirleşmenin bizi doğadan nasıl uzaklaştırdığını ve  özellikle çocuklarımızın doğadan kopuşunu anlatan çook güzel bir kitap. 

Kitabı okurken bir an kendimi ve kızımı düşündüm. Evet biz de kopuğuz doğadan. Hava güzel olduğu zaman açık alanlara kaçmaya çalışıyoruz ama ne kadar gerçek doğa ile iç içe olabiliyoruz tartışılacak bir konu. Çocukların en sevdiği mekanlardan biri olan parklar bile o kadar yapay ki. Özellikle en son bizim buralarda parkların zeminlerine lastik bir malzemeden  döşeme yapıyorlar. Yazın sıcağında öylesine kötü bir lastik kokuyor ki anlatamam. Çocuklarımız şehirlerdeki serbest alan dediğimiz nadir yerlerden biri olan bu parklarda bile lastik bir döşemenin üstünde oynuyorlar. Onları korumak adına yapılıyor belki bunlar bilmiyorum ama toprağa basmak, toprakla ve kumlarla oynamak gittikçe azalıyor.

Geçen hafta sık gittiğimiz bir parka gittik, burayı da yeniden düzenlemişlerdi ve baktım ki yine aynı şey, parkın zemininde plastik bir döşeme var. Orta kısımda da küçük bir daire şeklinde alan ayırmışlar içine de kum dökmüşler. Kumla oynamak isteyenler bu küçücük alanda oynamaya çalışsın diye. Tabii kızım dahil olmak üzere tüm çocuklar parkta bir iki kaydı ve sallandı daha sonra saatlerce o minicik kum havuzun içinde oynadılar. Yani onlar da doğanın bir parçası olan toprak ve kumla oynamak istiyorlar.

Kendimizi düşündüm en son ne zaman bir ormanlık bir yere gittik, taş toprakla oynadık diye pek hatırlayamadım. Oysa özellikle ben o kadar çok severim ki doğa ile iç içe olmayı. Yaren doğmadan önce trekking grubumuz vardı ve tam gün süren uzun doğa yürüyüşleri yapardık.  Günün sonunda kilometrelerce yol yürümemize rağmen kendimi o kadar hafiflemiş ve mutlu hissederdim ki anlatamam. Ancak maalesef Yaren doğduktan sonra ara verdik ve bir daha da başlayamadık. Benim yürüyüşlerim devam ediyor ama sadece şehrin içinde.

Geçen hafta çalıştığım üniversite ortamında öğle arası yürüyüş yaparken yerde kozalaklar gördüm ve 3 tane aldım eve götürdüm. Yaren'e göstermek ve ne olduğunu anlatmak için. Yaren önce bu ne dedi sonra dokundu ve hoşuna gitmedi arkasına döndüğü gibi bulduğu ilk plastik oyuncağı ile oynamaya başladı. İşte o zaman farketim ki, biz doğa ile çok uzaklaşmışız.

Bahsettiğim kitabı fuarda gördüğümde de bu yüzden üstüne atladım ve hemen aldım. Okudukça pek çok şeyin farkına varıyorsunuz.Henüz bitirmedim devam ediyorum ve bir sonraki yazımda aldığım notları burada paylaşacağım kısmet olursa. Kitabı şiddetle tavsiye ederim, içinde bilimsel verilerle açıklanmış çok güzel bilgiler var.

Bu arada ben doğayı çoook özlemişim bunu farkettim. Bir an önce bir şeyler yapmalıyım.

Bunlar da İlginizi Çekebilir:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...